Joaquin Sorolla y Bastida kimdir? Bunu geçen aya kadar bende bilmiyorum öylesine ünlü İspanyol ressam var ki sanırım ona sıra gelmemişti. Büyükanne Margarita bizi evine geleneksel Cuma aile yemeğine davet edince Chamberi’de önce biraz güzel caddeleri gezip önden bir kadeh şarap içeriz öyle gideriz demişti Esteban ve elbette bu fikir şahaneydi. Chamberi Madrid’in Nişantaşı’sıydı.
Geniş büyük palaslar ve şık sanatseverlerle dolu bir semtti. Yolda bir anda Esteban’ın “biraz vaktimiz var neden Sorolla müzesine girmiyoruz haydi” demesiyle kendimizi bir zamanlar evi olarak kullandığı ölümünden sonra eşinin devlete bağışladığı ve müzeye dönüştürülen Sorolla müzesinde bulduk.


1863 Valencia doğumlu İspanyol ressam. 1865’te tüccar olan babasının ve bir süre sonra da annesinin ölmesi üzerine, kız kardeşi Concha ile birlikte halası ve amcası tarafından yetiştirilmiş. Sorolla 15 yaşında Valencia’da resim eğitimine başlamış ve 18 yaşında Madrid’e gelmiş.İtalya ve Paris’e giderek çeşitli tabloları incelerken Empresyonist ressamlardan etkilenmiş. Sorolla, 22 yaşında Roma’da resim eğitimi için bir burs kazanmış ve bu tarzını ve tekniğini geliştirmiş.
İspanya’ya geri döndüğünde resimlerine büyük bir talep olmuş. Bazı resimleri Lüksemburg Müzesi için satın alınmış.
1900’de Paris Evrensel Sergisi’nde onur madalyası kazanmış 1906 yılında Paris’te Galerie Georges Petit’e sergilediği resimleri ile Légion d’Honneur nişanıyla ödüllendirilmiş.
1920 yılında bir saldırı sonucu felç olmuş ve Madrid’de 1923 ölmüş.



Hikayemiz burada bitmedi Büyükanne Margarita’nın nefis Madrilena (geleneksel Madrid yemeği) ve şarapları eşliğinde bir resim tutkunu olduğunu dinlemeye başladık. Kendisi 80 yaşında bir psikolog ancak sanat tutkusunu tüm çocuklarına aşılamış. Esteban’ın babası da ressam, amcası müzisyen ve Esteban’da çok iyi piyano ve klavsen çalıyor.


Jamon, morcilla, carne, garbanzos y verduras
Domız jambonu, sosis, dana et, haşlanmış nohut ve haşlanmış sebzeler
Anlattıkları ile çok ilgilendiğimi ve espirilerin İspanyolca yapılmasına aldırmadan anlamaya gayret ettiğimi takdir etmiş olacak ki bana evin diğer odalarında duvarları süsleyen orijinal Goya eskizlerini göstermeye başladı.
Tam da ertesi gün Prado müzesine gitmeyi planlarken önsöz okumak gibi olmuştu.
Ve ertesi gün Ulusal Prado Müzesinde Goya’nın karanlık tarafını daha iyi anlamamı sağlamıştı.

İspanyol Romantik Ressam Francisco Goya 1746’da Aragon’da doğdu. Zaragoza’lı bir yaldızcı ustasının oğlu idi. 17 yaşında iken Madrid’e gitti, San Fernando akademisi için açılan bir burs yarışmasına katılmış ancak sınavı kazanamamış. Daha sonra İtalyada bir geziye çıkmış. 1770 yılında Parma Akademisinde konusu “Alpleri Aşanlar” olan bir resim yarışmasında ikincilik ödülü kazanmış.
1771 Sonbaharında İspanya’ya dönen Goya, önce Zaragoza Katedralinin koro yerininin süslemelerini, sonra aynı şehrin yakınlarındaki Aula Dei Sartrözleri Manastırı için resimler ve çeşitli tablolar yapmış.

ilk gravür denemelerine, gerçek ve tek hocası olan Velazquez’in resimlerinden kopyalar yapmakla başlamış. 1779’da Kral Carlos III ile tanıştırılıp onun bir portresini yapmış ve bundan sonra Kraliyet ressamı olmuş.
1792’de hastalanan ve sağır olan Goya buhranı atlatmayı başarmış ama sanatında bir sertlik belirmiş. Bu dönemde yaptığı çalışmalara Pinturas negras “kara resimler” denir. karanlığın, histerinin ve korkunun hakim olduğu resimlerdir. 14 eserden oluşan bu koleksiyon Prado müzesinde ayrı bir bölümde sergilenmekteydi. Bu yapıtlar arasinda en bilineni “Çocuklarını Yiyen Satürn”.

Bu resimlerdeki korku ve karanlik temalarinin nedeni ispanya’nin Napolyon tarafindan işgalinden sonra olusan politik durumdan kaynaklanıyormuş. Bana bakmak bile yetti içim karardı.
Neyse Goya bir dönem hastalığı ve buhranı sebebiyle bazı korkunç canavarlar yaratsa da Müzede Valazquez, El Greco, Raphael, Rubens, Rembrandt, Murillo gibi birbirinden değerli ressamların eserleri bulunuyor. Madrid’e gittiğinizde Prado’yu gezmenizi öneririm. Bir gün alıyor neredeyse ben tamamını bitiremesem de büyük bir çoğunluğunu gezebilmiştim.